17 Mayıs 2010 Pazartesi

Anzer Balı - Binbir Derde Şifa


Anzer  Balı

Anzer Balı Türkiye’de üretilen ve Dünyada eşi emsali bulunmayan kır çiçek flora örtüsüne sahip olan, İngiliz-Alman botanikçilerin yaptığı araştırmalarda 450-500 çeşit çiçek bulunan, bunların içinde 80-90 tane endemik çiçek yalnız Anzerde yetişmekte ve bu çiçeklerden arıların topladığı bal dertlere deva hastalıklara şifa dünyaca ünlü Anzer çiçek balıdır.

Haziran ayinin ilk haftasıyla birlikte kısmen karlı bölgelerde kardelenlerle birlikte bahara ve yeşilliğe ilk adımını atan Anzer, müthiş güzelliğini haziranla başlayıp temmuzda zirveye taşıyıp ağustosta tamamlar. Haziranın son haftasında gözlerini çiçeklere açan arılar ağustos ayinin ortasına kadar ballarını tamamlarlar.

Anzerde İklim şartlarına bağlı olarak ağustosun birinci yada ikinci haftasında sağılma (hasat edilme) denilen işlemle ballar kovanlardan alınır. Hava şartlarının etkisine, çayırların (çimenlerin) erken biçilmesine bağlı olarak bal üretim miktarı değişkenlik arz etmektedir. Çok az, hatta hiç olmadığı yıllar olmuştur.

Anzerde ağaç yetişmemektedir bu yüzden Anzer balında sadece Anzer yöresinde yetişen endemik çiçeklerin polenleri bulunmalıdır aksi taktirde gerçek Anzer balı değildir. Anzer balının sahte olup olmadığını anlamak için polen analizi yapılmaktadır.

Anzer balına dışarıdan şeker veya herhangi başka bir katkı maddesi verilmemektedir. Anzer balı ısıl işlem görmeden sağılmaktadır. 40 °C`nin üzerindeki sıcaklıklar balın içindeki enzimleri ve polenleri etkisiz hale getirdiğinden soğuk sağım yapılmaktadır.Anzer balı ekmeğe sürülüp kahvaltıda tüketilen normal ballardan değildir. Anzer balı genellikle hastalıklara şifa niyetiyle tüketilmektedir..

Anzer balı Ankara Hacettepe Üniversitesinde analiz edilip garantisi tescil edilen bir baldır.

Anzer balı deden toruna, Osmanlı İmparatorluğundan beri ilaç olarak kullanılarak gelmektedir. Osmanlı Padişahlarına Anzer balı kuvvet macunu olarak verilirdi. Anzer balı birçok hastalığın şifa kaynağıdır.

Tulum


Tulum keçi yavrusunun derisinden yapılır. Oğlağın derisi bütün olarak çıkarılldıktan sonra hasır denen ilaçlama ve kurutma işlemine tabi tutulur. Delik kısımları tıpalanıp bağlanır.

Tulumun çalgı kısmına nav adı verilir. "L" biçiminde şimşir veya dut ağacından, içi oyularak hazırlanır. İçine ses getirecek kamış dalından hazırlanmış eşit sesli, iki adet düdük yerleştirilir. Nav'm karşılıklı beşer deliği mevcuttur. Tuluma doldurulan hava sıkıştırılarak nav kısmının ses çıkarması sağlanır.

Navın içine yerleştirilen zuma, 7-8 cm. uzunluğunda ve eşit sesli olarak iki tane olur. Zurna kamışın ince kısmından hazırlanır. İyice kurumuş kamıştan kesilerek bir ucu kapatılır. Hemen altından başlayarak kapak olacak şekilde 2-3 cm. kesilir. Kapak kısmı inceltilerek üflenince titreyecek hale getirilir. Sesleri eşit yaptıktan sonra beraberce nav'a takılır. Balmumu ile hava almayacak şekilde kapatılır. Üflenince hava sadece açılan kapağın altından geçer. Bu esnada kapak titreşir ve uyumlu ses meydana gelir.

Kafkasya'dan Türkiye'ye geldiği söylenen tulum dağ köylerinde yayla sakinleri arasında kullanılan bir çalgı türüdür. Ses çıkaran kısmı kamıştan , nefes dolduran kısmı ise kuzu derisinden yapılmıştır. Hayvan ürünleri ile geçinen kabilelerin çalgısı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu çalgının Bulgar kabilen ile ilişki kuran Türkler tarafından Tuna Boylarına gittiği söylenmektedir Bulgaristan ve Avrupa'da Tuluma (Gayda) denilmesi buradan gelmektedir. Tulumla oynanan oyunlar daha ziyade Rize'nin Hemsin yöresinde gelişmiş, karakterlerini burada bulmuştur. 20 veya daha fazla kişinin oynadığı oyunlarda oyunu idare eden bir kişi vardır.. Onun vereceği komutlarla oyunlar oynanır.

Tulum
Tulum

Tulamda oğlak derisi daha çok tercih edilir. Tüyleri temizlendikten sonra ayaklar son kısımlarından kesilir. Ters çevrilip ters bağlandıktan sonra kesit bağlantısı daha iyi görülür. Ön ayaklardan birine tahta boru lülük arka ayaklardan birine de nav bağlanır. Böylece tulum dediğimiz alet meydana gelir.

Lülük'ten üfleyip tulum şişirilir. Üflenen hava geri kaçmasın diye tu-lumcu lülüğün ağzını dili ile kapatır. Kendisi bu suretle nefes alabilir. Sıkışan hava mecburen nav içinde bulunan çimon/çibu denilen ses veren kamış borulara hücum eder. Ve ses çıkararak dışarı çıkar. Ekseriytle çibular yan yüzeylerinden 5 delikli olup bu delikler nav'm üst yüzüne yani tulumcunun parmaklarını oynatacağı bölüme bir çift olarak yerleştirilir. Çimon (Çibular) nav içinde 2'den fazla olabilirler. Her birinin sesi tulumcunun ustalığına göre ayarlanır.

a- Çimon/Çibu : Boğumlu ve delikli olan bir kamış sapı alınarak bir tarafı boğumun dışından diğer tarafı buğumun iç tarafından kesilir. Bir uçta boğum yeri kalacağından kapalıdır, diğer uç açıktır. 16-17 cm boyunda bir boru elde edilmiş olur. Açık uç hafif meyilli olarak düzeltilir. Kapalı kısma doğru borunun bir kısmı çakı ile inceltilerek sesin hava geçişi ile temini sağlanır. Bu borunun üçte bir kadarı üstte kalması şartıyla ikişer santim ara ile delikler açılır. Bu çimonlar daha sonra aynı doğrultuda yanyana birleştirilip navm içine yerleştirilir. Çıkan sesler birbirleriyle tam manasıyla uyumlu olmayabilir.

b- Nav : Farsça'da içi oyulmuş odun manasında olup bu tabirin eski Oğuzlar tarafından kullanıldığı da bilinmektedir. Navlar hafif kıvrık boynunuzu andırırlar. Odundan veya şemsiye sapının yarım daire bölümünden yapılırlar. Aslında içbükey bir teknecikten ibaret olup çibular bunun içine yerleştirilir.

c.l.Kar'aşin : Nav'ın son kısmındaki boynuza verilen isimdir.

Tuluma bazı yörelerimizde "Gada" de denilmektedir. Genellikle yol havalarında ve düğünlerde çalman bu yöresel alet şimdilerde coşkulu şenliklerin çoğunda çalınır.(l)

Asırlardır Süren Atmacacılık



Bölgemizde Asırlardır Süren gelen Bir Gelenektir Atmacacılık. Hatta Öyleki Atmaca Sevgisi birçok türkülere ve manilere konu olmuştur. Yöremizde Yapılan Atmacacılığın Kökeni Çok eskilere Dayanmakta ve günümüzde Halen Bir Gelenek Olarak yaşatılmaktadır.

Bölge İnsanımızın Atmacaya Olan sevgisi nedendir Bilinmez.Ağustos ayı geldiğinde Atmaca sevdalıları İşlerini güçlerini bırakıp, dağ taş demeden yarı aç yarı tok bir şekilde bu kuşun peşinde gezmektedirler.Hatta Bu Öyleki Şarkılarımıza ve Türkülerimize bile konu olmuştur.Bunlardan bazıları ise;

Geldi Ağustos Ayi nerdesun Ali dayi, Bıldırcınlar geliyi hazirla Atmacayi
Atmacayim Atmaca, Kirdiler Kanadumu, Ne sevdaluk ne bişe Çikardiler adumi.


Atmacaya Adanmış bu türküler Böylece sürüp gitmektedir.Zaten Atmacaya adanan bu türküler ona olan sevdanın En büyük Göstergesi.

Atmaca sevdası Doğu karadeniz İnsanın Süre gelen bir sevdası ve Geleneği olarak bilinmekte.Ancak Rizeli olmayıpda Bu Sevdaya Gönül verenlerde yok değil.Örneğin Batı Amerikalı olan ve İstanbulda Öğretmenlik yapan
Luke Smith (arkadaşları Doğan Simit ismi vermiş) isimli 22 yaşındaki bir genç, her yıl Rize'ye gelip Atmaca avcılarıyla birlikte dağlarda av yapıyor.

Atmaca küçük yırtıcı kuş gurubundan olup,göçmen bir kuştur. Yılan, Kertenkele, kurbağa fare ve Özellikle Küçük kuşları avlayarak beslenmektedir.Avını En iyi Yakalayabilen Kuş türlerinden bir taneside Atmacadır. Avını yakalamada göstermiş olduğu üstün performans ve atikliği İle adete İnsanları büyülemektedir.
Bir Ok Gibi Fırlayarak avını pençeleriyle yakalar.Bir Atmacanın Ağırlığı 180-300 gram civarındadır. Bilim dilinde Atmacanın adı Accipiter Nisus'tur. Dişi Atmaca Erkek Atmacaya göre daha Büyüktür. Avlanmada Genellikle Dişi Atmacalar daha güçlü ve dayanıkı olduğu için kullanılır.

Atmacanın erkeğine "Mamulitsa", bir yaşından büyük olan Atmacalarada "Tüylek" denmektedir. Avcılık için, insana alışmaları ve eğitilmeleri daha kolay olduğundan tutuldukları senenin yavruları yani bir yaşını doldurmamış olanlar genellikle İnsanlara Alışmaları Kolay olduğundan tercih edilmektedir. İyi huylu atmacalar saklanıp bir sonraki yıl avda kullanılmaktadır.Ender olsa da doğada kalmış bir yaşından büyük atmacalarla da (Hava Tüyleği) avcılık yapılmaktadır.
Atmaca, Afrika, Asya ve Avrupanın ormanlık bölgelerinde yaşar. Ağustos ayından başlamak üzere Ekim ayının sonuna kadar kuzeyden güneye ve kışı güneyde geçirdikten sonra da Nisan Haziran aylarında da güneyden kuzeye göç ederler.

Elde Edilen Bilgiler ışığında, Atmacalar sonbahar göçünde Orta Avrupa, Orta Rusya ve güney batı Asya ormanlıklarından güneye doğru göç ederler. Bu göçler sırasında iki yoldan ülkemizin doğu ve batı sınırlarına yakın bir yol takip ederler. İlk göç yolları; Alplerden Başlayarak Adriyatik sahilleri, Yunanistan, Doğu Trakya ve İstanbul boğazını takib ederek güneye İnerler. İkinci bir göç yolu ise, Orta Rusya'dan başlamak üzere Kafkas dağlarının batı yamaçlarını takip ederek Karadeniz kıyılarından Doğu Karadeniz dağlarını geçerek güneye inerler.
Ülkemizde ise Atmacacılık olarak bilinen ve halen gelenek olnarak sürdürülen atmaca ile avcılık; Rize'nin Çayeli, Pazar, Ardeşen, Fındıklı ve Artvin'in Arhavi, Hopa, Kemalpaşa ilçelerinde yapılmaktadır. Buralardan olup Diğer İllerde ikamet edenler ise Atmaca sevdasından vazgeçmeyip bulundukları yerlerde bile atmaca beslemekte ve Atmaca İle Avlanmaktadırlar.

Atmacacılık birbirini izleyen bir avlar zincirinden meydana gelmektedir. Asıl amacı yırtıcı bir kuş olan atmacanın içgüdüsel eğilimlerinden faydalanarak bıldırcın avlama yöntemini içermektedir.

Ayrıca Rizelin atmacaya olan Sevdasını anlatmak içinde Rize Şehir Merkezinde Bir Atmaca Heykeli bile mevcut.

Dünden Bu Güne Rizede Görev Yapan Valiler - 4

Dünden Bu Güne Rizede Görev Yapan Valiler - 3

Dünden Bu Güne Rizede Görev Yapan Valiler - 2

Dünden Bu Güne Rizede Görev Yapan Valiler - 1

7 Mayıs 2010 Cuma

Dünden Bu Güne Rize






Rize ili ve çevresinin bilinen ilk hakim ahalisi, bitişken dilli ve Asya kökenli kavimlerdir. Bunlar Rize ve çevresinde tarım ve hayvancılıkla geçinen yerleşik topluluklarıdır. Bu topluluklardan "KULKU-KULKHA"ların adına, Erzurum yöresini kendi ülkesinin topraklarına katan URARTU kralı II. SARDUR (M.Ö. 765-735) 'un Çıldır gölünün güneyinde Taşköprü köyünün üstündeki kayalıklara kazdırdığı çivi yazılı kitabede rastlanmıştır.

M.Ö. 2000'lerde Kafkas dağları ile Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Kimmerler'in Ülkesi, M.Ö. 720 yıllarında Sakalar tarafından işgal edildi. Kimmerler'in Azak denizi ile Kafkaslar arasında yaşayan kolu, Sakalar'ın baskısı ile M.Ö. 714 yıllarında yurtlarını bırakarak Aras ve Çoruh nehri boylarınca yayıldılar. Kimmerler'in bu ilk göçleri, en eski destani Gürcistan tarihi olan "Kartlis-Çkhovrebe"da kartli (Gürcistan) ve komşularını esarete aldıkları ilk seferi diye anılmaktadır.
Daha sonraları Kızılırmak ve Adana Bölgesine kadar hakim olan Kimmerler'den, Trabzon-Bayburt arasındaki Kemer dağı, Rize Çayeli İlçesi çıkışındaki Kemer köyü, Kızılırmak boyundaki Gemerek ile Kars'ın doğusunda yer alan Ümrü gibi coğrafya adları günümüze kadar gelmiştir.

Koloni Dönemi
M.Ö. 670 yılında Ege'de yaşayan Milletoslu denizciler Marmara ve Karadeniz kıyılarında Plinius'un tarihine göre 10 kadar empeion (Pazar yeri) adı verilen ticari nitelikle liman şehirleri kurmuşlardır. Bu arada Rize'nin de Kolonize edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Tarihi akış içerisinde M.Ö. 7 YY sonlarında Kimmer akınlarının Anadolu'yu kargaşaya sürüklemesinden faydalanan Medler'in yöreyi istila girişimleri, M.Ö. 550'de Med krallığını yıkan Pers kralı II. Kiros'un aynı şekilde ki istila hareketleri yöredeki savaşçı kavimlerin karşı koymaları nedeni ile Rize çevresinde başarılı olamamışlardır.

Büyük İskender'in Pers kralı III. Darius'u kesin bir yenilgiye uğratması ile eline geçirdiği Anadolu Hakimiyeti M.Ö. 323 senesine kadar sürmüştür. Büyük İskender'in ölümü ile İmparatorluğun devamı niteliğinde olan Pontos, Koppodkida, Bithynia gibi krallıklar kurulmuştur. Ancak Trabzon, Rize gibi bir takım serbest şehirler, bu krallıklara bağlı olmadan varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Pontos ve Selçuklular Dönemi
İskenderin ölümünden sonra Komutanları ve Satraplar arasında çıkar egemenlik savaşlarında bağımsızlığını ilan eden Mitridates Kitistes Karadeniz kıyısında Sinop dolaylarına doğru genişleyen Pontos krallığını kurdu. Pontos kralı Farnakes M.Ö. 180'de Rize'yi İşgal ederek krallığı topraklarına kattı.
M.Ö. 5. Yüzyılda Karadeniz'in kuzeyini gezen Herodot sakaların "Alazon" (+Alazlar) boyundan söz eder. M.S. 23-79 yılları arasında yaşayan Romalı PİLİNUS aynı yörede "Laz'lar" (Laz'oi) adlı bir kavim yaşadığını bildirir. 131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşan Romalı ARRİANOS, Karadeniz'in doğusunda hakim olan Lazlardan bahseder.
XI. Yüzyıldan itibaren Rize'ye Türkmenlerin akınları yoğunlaşır. 1071 Malazgirt zaferi ile birlikte Bizans'tan feth edilen bölgelerde Türk emirlikleri kurulurken, Erzurum-Saltukluları da Çoruh nehri boyları ile birlikte Rize bölgesini hudutları içine aldılar. Alpaslanoğlu Sultan Melikşahın emirlerinden Ebu Yakup ile Emir İsa Böri adındaki Komutanlar 24 Haziran 1080 Posof-Kol zaferi ile Apkaz-Gürcistan krallığını yenerek Giresun'un batısına kadar olan Doğu Karadeniz bölgesinde Bizans'ın Hakimiyetine son verdiler. Böylelikle Büyük Selçukluların yükselme devrinde tüm Anadolu ile birlikte Rize de Selçukluların hakimiyetine girmiştir.
Bu gelişmelerden sonra 100 bin nüfuslu Çepni'ler ile Kürtünler Doğu Karadeniz kıyılarına ve Rize'nin İkizdere kesimine yerleştirildiler. 1098 yılında Danışmenlilerin yöreye kısa bir dönem hakimiyetleri söz konusudur. Ancak Haçlı seferleri yüzünden canlanan Bizanslar, 1098'de Trabzon
ve Rize kesimini Emirüssevahil Sülübey'den aldılar. Çoruh vadisinde yerleşmiş olan Kıpçak boyundan Kubasar ailesi ve taraftarları 1195 tarihinde doğudan yeni-Kıpçakların gelişinden rahatsız olarak Bizans idaresindeki Rize ve Trabzon bölgesine gelip yerleşmişlerdir. İkizdere ve Sürmene'deki 60 aileden çok Kumbasar oymağı, bunların torunlarıdır. IV. Haçlı seferinde Frenklerin İstanbul'u işgali üzerine baskıdan kaçan KOMMENLER soyu, 1204 yılında Rize'yi de içine alan TRABZON PONTOS RUM imparatorluğunu kurmuşlardır.

Osmanlılar Dönemi
Trabzon Rumları, 1456 yılından itibaren Osmanlı devletine vergi vermeye başlamış, 1461 yılında Trabzon'u feth eden Fatih Sultan Mehmet 1470 yılında Ali Paşa ismindeki Komutan tarafından Rize ve çevresi Türk egemenliği altına alınmıştır. Böylece Anadolu Türk birliğine katılan Rize bölgesine, 1461 yılı ve sonrasında Çoruh, Amasya, Samsun ve Tokat'tan; 1466 yılında yıkılan Karamanoğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya yöresinden; 1501 yılında Şil Şah İsmail'in yıktığı Sünni Akkoyunlulardan Tebriz ve öteki bölgelerden kaçanlardan; 1515 yılında Dulkadırli beyliği kaldırılınca Mara-Elbistan Türkmenleri Trabzon ve Rize yöresine yerleştirildiler.

19. Yüzyılın başlarından itibaren Rize'de Tuzcuoğullarının isyanı değişik tarihlerde birkaç kez tekrarlanmıştır. 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcuoğulları Rumeli de iskan edilmişlerdir.
Rize, 1867 Vilayet Nizamnamesine göre Trabzon Vilayetinin merkez sancağının 6 kazasından biri durumundadır. 1877 yılında merkez sancağa bağlı nahiye olmuştur. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ardından Lazistan sancağı kurulunca Rize hem kaza, hem de bu sancağın merkezi oldu. Birinci Cihan savaşında 9 Mart 1916 tarihinde Rize, Rusların işgaline uğramış, 2 Mart 1918 de bağımsızlığına kavuşmuştur.

Cumhuriyet Dönemi
Cumhuriyet dönemine kadar sancak merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihinde Vilayet olmuştur. 2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren 2885 sayılı Kanunla Erzurum'dan Yusufeli ilçesi, Rize'de Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucaklar alınmak sureti ile bugünkü Artvin ili Çoruh adı ile vilayet haline getirilmiş ve Rize ili de tek ilçesi olan Pazarla kalmıştır. Bugün ise Pazar ilçesi ile birlikte 12 ilçesi bulunmaktadır.